28 Nisan 2013 Pazar

Lazerler kayıp Honduras şehrinin keşfine yardımcı oldu


Lazerler kayıp Honduras şehrinin keşfine yardımcı oldu

Arkeologlar, Honduras'ın Mosquitia bölgesinde, bakir yağmur ormanı ile gizlenmiş bir yerde, Ciudad Blanca'nın kayıp şehrine ait olduğunu düşündükleri harabeleri keşfettiler.

Efsaneye göre altınlarla dolu olan ve 1500'lerde ispanyol Hernando Cortes'in arayıp durduğu "Beyaz Şehir", tüm girişimlere rağmen bulunamamıştı. Ancak modern araştırmacıların kullandığı yöntem, önceki kaşiflerin kullandığı tekniklere göre biraz farklı.

Günümüz araştırmacıları küçük bir uçakla bölge üzerinde uçtu ve milyarlarca lazer atışı yaptılar. Bu lazer atışları sayesinde bölgenin ağaçlar altında kalan kısmının 3 boyutlu topografik haritası çıkarıldı.

Light detection and ranging (LiDAR) – Işık Tespit ve Mesafeleme ismi verilen ve ilk kez kullanılan bu teknik, antik kalıntılarını haritalamak için kullanıldı. Bu teknik arkeolojinin dışında Ulusal Bilim Vakfı tarafından insansız hava araçları ile felaket bölgelerini haritalamak, askeri izleme ve casusluk, erozyon tespiti, nehirler ve okyanusların sığ bölümlerini haritalamak için de kullanılıyor.



İlk “modern” dünya haritası

İlk “modern” dünya haritası

İlk “modern” dünya haritasına bakın ve gözleriniz bayram etsin!
Venedikli bir keşiş Fra Mauro

1450’de Venedikli bir keşiş olan Fra Mauro, kartografi uzmanlarının dediğine göre bilinen “ilk modern dünya haritası”nı yaratmış olabilir. 250 yıl sonra bu haritanın bir kopyası yapıldı ve kopya İngiliz Kütüphanesi’ne kondu.
Fra Mauro’nun haritası

Ama bu harita yaşının ötesinde nedenlerden ötürü ilginç. Brain Pickings’den Maria Popova’nın yazdığına göre bu küresel tasvir, 1450-1800 yılları arasında, haritaların altın çağını yaşadığı dönemde yapılmış. Bu yıllarda haritalar sadece deniz yolculuklarında kullanılan bir araç olmanın ötesinde ayrıca birer sanat eseri olarak algılanırdı. Bir sanat yapıtı olarak görülen bu haritalar bir tür kültürel ve sosyal statü sembolüydü.
Propaganda aracı olarak haritalar

Başka bir deyişle, bu antik haritalar bir tür propaganda aracı olarak kullanılıyordu (kimileri hala böyle kullanıldığını savunuyor). İngiliz Kütüphanesi’nin kartografi küratörleri Peter Barber ve Tom Harper bu eserlerden “Harikulade Haritalar: Güç, Propaganda ve Sanat” adında bir koleksiyon yarattı. Küratörler bu antik haritaların sadece deniz yolculuklarında kullanılmadığını şu sözlerle savundu:

“[Fra Mauro’nun Dünya Haritası] Güney’i gösteriyor; çünkü 15. yüzyıl pusulaları Güney’i gösterirdi. Harita, Portekizlilerin Afrika’da keşfettiği şeyleri göstermekle kalmıyor; ayrıca ortaçağa ait ve klasik kaynakların da otoritesini sorguluyor. Venedik’te sergilenmesi planlanan harita Marco Polo’nun üstün başarıları üzerinde duruyor. Ayrıca İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin bu haritayı sipariş etmesi İngilizlerin Portekiz İmparatorluğu’nun varisi olduklarını ima ediyor.”

22 Nisan 2013 Pazartesi

Yeniçeri Ayaklanmaları Kronolojisi

Yeniçeri Ayaklanmaları Kronolojisi

1446’da Edirne’de Buçuktepe eylemiyle II.Mehmed’ Manisa’ya gönderip babası II.Murat’ı 2.kez tahta oturtan Yeniçerilerin son ayaklanma girişimleri 1826’daydı ve Ocaklarının söndürülmesi, kendilerinin de imhasıyla sonuçlandı.

4 Mayıs 1481 – Başlar Mızrakta

Fatih’in ölümünü gizleyerek Cem’in tahta geçmesini amaçlayan Vezir-i Azam Karamani Mehmed Paşa’yı katleden Yeniçeriler başını mızrağa geçirip İstanbul’da dolaştılar.

24 Nisan 1512 – Yavuz’un Cülusu

II.Bayezid'in şehzadeleri arasındaki taht mücadelesinde Yavuz Selim'i desteklediler; II. Bayezid'i tahttan çekilmeye zorladılar, Yavuz padişah oldu.

2 Nisan 1589 – Ulufe İsyanı

Sipahiler, düşük ayarlı ulufe akçesi yüzünden Divan-ı Hümayun’u bastılar. Beylerbeyi Mehmed Paşa ile Defterdar Mahmud Efendi III.Murat’ın fermanıyla idam edildi.

1 Nisan 1600 – Sipahi Terörü

Düşük ayarlı akçe yüzünden eyleme geçen sipahiler, sarayın rüşvet işlerini çevirdiği iddia edilen Yahudi kadın Ester Kira’yı parçaladılar. Oğulları da idam edildi.

6 Ocak 1603 – Celali Bahanesi

Anadolu’daki Celali isyanı nedeniyle eyleme geçen Kapıkulları, kimi vezirlerin azlini, yeterli görmeyerek III.Mehmed’i ayak divanına çıkarttılar. Saray ağaları öldürüldü.

6 Şubat 1603 – Sokak Savaşı

Sipahilerle Yeniçeriler, sadrazam değişikliği yüzünden üç gün boyunca İstanbul sokaklarında muharebe ettiler.

18 Mayıs 1622 – Büyük Katliam

Osmanlı tarihinin en korkunç ayaklanması gerçekleşti. Vezirler, ağalar öldürüldü. I.Mustafa ikinci kez tahta oturtuldu; II. Osman öldürüldü.
7 Şubat 1632 – Saraya Yürüyüş

Kapıkulu Ortaları Topkapı Sarayına yürüdü. Babıhümayunu aşıp Ortakapı’nın önüne geldiler. IV. Murad’ı tehdit ettiler. Hafız Paşa’yı parçaladılar.

2 Mart 1632 – Ayak Divanı

Bir kez daha saraya yürüyüp IV.Murad’ı ayak divanına çıkarttılar. Yeniçeri ağasının, defterdarın konaklarını yağmaladılar. Kapıkulu terörü haziran ayına kadar sürdü.

8 Ağustos 1648 – İbrahim Boğuldu

Ocak ağaları ve ulema aralarında anlaşarak Sultan İbrahim’in tahtan indirilmesini kararlaştırdılar. 7 yaşındaki IV.Mehmed tahta oturtuldu; Sultan İbrahim 10 gün sonra boğduruldu.

13 Haziran 1651 – Günlerce Yağma

Ulufeleri geciken sipahiler ağalarını taşlayıp isyan başlattılar. Eylemler, yağmalar, öldürmeler günlerce sürdü. Çocuk padişah IV.Mehmed ayak divanına çıktı.

2-10 Eylül 1651 – Kösem Sultan Olayı

Saray hareminde, içoğlanları ve baltacılar Büyük Valide Kösem Sultanı boğdular. Sancak –ı Şerif çıkartılarak halk ve esnaf eyleme çağrıldı. Kapıkulu ağları oligarşisi sona erdi.

28 Şubat 1656 – Vaka-i Vakvakiye

Acemioğlanları, sipahiler veyeniçeriler ayaklandı. Çok kimse öldürüldü. Cesetler ağaç dallarına baş aşağı asıldı. Olaylar ”vak’a-i vakvakiye” diye adlandırıldı.

5 Eylül 1687 – Kapıkulu Ayaklandı

Batı cephesinde bozguna uğrayan ordu, İstanbul’a dönerken ayaklanan Kapıkulları IV.Mehmed’in tahttan çekilmesini istediler. Kelleler kesildi ve padişah tahtan çekildi.

15 Temmuz 1703 – Müftü Vakası

İstanbul’da başlayıp Edirne’de sona eren ve Müftü Vak’ası (Edirne Vak’ası) denilen ayaklanmaya Cebeciler öncülük etti. II.Mustafa tahttan çekildi.

28-29 Eylül 1730 – Patrona Halil

Patrona Halil’in yönettiği kanlı ayaklanmada, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve kimi vezirler boğdurulup cesetleri sürüklendi. III.Ahmet tahttan çekildi. I.Mahmud cülus etti.

25 Mayıs 1807 – Kabakçı Mustafa

Nizam-ı Cedid yeniliğine karşı başlatılan eylemlerde, ayaklanmacıların başı Kabakçı Mustafa’nın terörü sonucunda III.Selim tahttan çekildi. IV.Mustafa cülus etti.

16 Kasım 1808 – Orduya Karşı

Sekban-ı Cedid adıyla modern bir ordu kurulmasına karşı çıkan ve Alemdar Mustafa Paşa’yı alaşağı etmek isteyen Yeniçeriler ayaklandı.

28 Şubat 1821 – Sona Doğru

Ulufe Divanı için ayaklanan ve türlü rezaletler sergileyerek saraya yönelen Yeniçeriler, halktan suçsuz insanları öldürmekten çekinmediler.

16 Haziran 1826 – Vaka-i Hayriye

Tüfekle talimi kabul etmeyip kazan kaldıran Yeniçerilere karşı Sancak-ı Şerif çıkarılıp, halk kutsal bayrak altına çağrıldı. Boğazlar Muhafızı Hüseyin Paşa, Topçu Karacehennem İbrahim Ağa, Yeniodalar’ı topa tuttular. Yeniçerilerin çoğu öldürüldü, kaçanlar yakalandı. II.Mahmud yeniçeriliğin kökünün kazınmasını buyurdu. Vaka-i Hayriye denen olayla Yeniçerilik son buldu.

21 Nisan 2013 Pazar

İstanbul Latin İmparatorluğu (1204-1261)

İstanbul Latin İmparatorluğu (1204-1261)

Haçlıların 1204'te İstanbul'u ele geçirmelerinden sonra kurdukları devlet. Yapay feodal bir yapıdaydı ve Bizans İmparatorluğu topraklarının yalnızca bir bölümünü içine alıyordu. 1182'de ayaklanan şehir halkı, Latinlerin işyerlerini, evlerini yağmalamış, Latin nüfusun bir kısmını kılıçtan geçirmişti. 1204'te Kudüs'e gidecek olan Haçlı Orduları, İstabul'u işgal etti, lehri yerle bir ederek bir Latin İmparatorluğu kurdu. İlk kral da Flandralı Baudoin (1204-1206) oldu.
Bu işgal şehrin gerilemesine de yol açt; öte yandan Galata ve Pera'da yerleşen Venedikliler, Cenevizliler daha da zenginleşti. Katalonya, Provence ve Floransa'dan gelen tacirler, yeni koloniler kurdu. Latinler, Yunan kilisesine çok bağlı olan şehir halkına bir türlü otoritelerini kabul ettiremediler. 1217'den sorna imparatorluk gerilemeye başladı. 1261'de Bizanslılar şehirlerini geri alarak Latinleri kovdu. Böylece İstanbul Latin İmparatorluğu da sona erdi. Ne var ki şehir bir daha eski durumuna ulaşamadı. Daha sonraki yıllarda yaşanan veba salgını ile Bizans İmparatorluğu'nun topraklarını yitirmesi, şehri de yoksullaştırdı. Bir anlamda Latin istilası, Bizans İmparatorluğu'nun çöküşünün başlangıcı olmuştur.

Kaynak: Büyük Larousse

AB'den 900 milyon dolarlık lazer projesi

AB'den 900 milyon dolarlık lazer projesi

AB, ‘Extreme Light Infrastructure’ adı verilen proje kapsamında inşa etmek istediği iki büyük lazer sistemiyle nükleer atıkların buharlaştırılması ve kanser tedavisinde atılım yapılmasını istiyor. Avrupa Komisyonu yetkilisi Shirin Wheeler, lazerlerin bir tanesinin Çek Cumhuriyeti’nde, diğerinin ise Romanya’da inşa edileceğini açıkladı. Wheeler, Macaristan’a da bir araştırma merkezi kurulacağını ifade etti. İnşa edilecek lazer sistemlerinin, buüne kadar geliştirilen tüm lazerlerden 10 kat daha güçlü olması planlanıyor.

Lazerlerin, hava boşluğunda atom altı parçacıkları oluşturabilecek kadar güçlü olacağını ümit eden AB’li uzmanlar, bu şekilde nükleer atıkları ve kansere neden olan tümörlerin birkaç saniye içinde yok edilmesini hedefliyor.
Projede yer alan isimlerden Romanyalı Nicolae-Victor Zamfir, Macaristan’daki araştırma merkezinin faaliyete geçmesinin ardından en fazla iki yıl içinde ilk önemli sonuçları almayı umduklarını söyledi.

Romanya’nın Magurele kasabasında inşa edilecek olan tesisin 10 MW güç harcayacağı belirtildi. Bu rakam, ABD’de yaklaşık 2500 hanenin enerji tüketimi olarak ifade edildi. 2017’de faaliyete geçmesi beklenen lazerlerin enerjisini, jeotermal pompalar sağlayacak.

2 Nisan 2013 Salı

Uzay'da başıboş gezinen bir gezegen

Kanada-Fransa-Hawaii Teleskopu ile birlikte ESO’nun Çok Büyük Teleskop’unu kullanan gök bilimciler uzayda büyük olasılıkla yıldızı olmadan dolaşan bir gezegen buldu. Keşif, şimdiye kadarki en heyecan verici serbest dolaşan gezegen adayı olmasının yanı sıra, 100 ışık yılı uzaklığıyl bu tür nesneler arasında Güneş Sistemi’ne en yakın örneklerden birisi olarak kabul ediliyor.

Başıboş dünyalar, gezegen ve yıldızların oluşumuna ışık tutabilir. Gök bilimciler, görece yakın olması ve çevresinde çok parlak bir yıldızın yokluğu nedeniyle yeni keşfedilen gezegenin atmosferini detaylı bir şekilde inceleme fırsatı buldu. Ayrıca bu nesne gökbilimcilere gelecekte Güneş dışındaki yıldızların etrafında bulunan ötegezegenleri görüntülemeyi hedefleyen aygıtlar hakkında bir öngörü imkânı verdi.

Serbestçe dolaşan gezegenler, herhangi bir yıldıza bağlı olmadan uzayda dolaşan gezegen kütlesindeki cisimlerdir. Bu tür nesnelerin olası örnekleri daha önceden de bulunmuştu, ancak yaşları bilinmeden bunların gökbilimciler tarafından gerçekten gezegen mi yoksa yıldız olacak kadar madde biriktiremeyen bir kahverengi cüce mi olduklarını öğrenmek mümkün değil.
Gök bilimciler buna rağmen yakın bir genç yıldız topluluğu olan Hareketli AB Doradus Grubu’na ait olduğu görülen CFBDSIR2149 adı verilen bir nesne keşfettiler. Bu yeni gök cisminin özelliklerini test etmek için Kanada-Fransa-Havaii Teleskopu ile gerçekleştirilen gözlemler ESO’nun Çok Büyük Teleskop’unun gücüyle birleştirildi.

Horus’un Gözü (Wedjat) Sembolü

Horus, Eski Mısır dininde bir gözü ay, bir gözü Güneş olan şahin biçimindeki Tanrı’nın adıdır. Horus, Anıtlarda bir atmaca ya da milan çaylak ile temsil edilmişti.
Efsaneye göre Horus, Osiris’in oğludur ve babasının cesedinin tohumundan oluşur. Horus büyüyüp güçlenene kadar İsis, onu saklar. Horus, güçlenir ve Seth ile savaşır. Bu savaşta Horus Seth’in hayalarını koparır. Seth de Horus’un gözünü parçalar ve Horus, çıkan gözünün yerine “Uraeus” adlı bir yılanı takar. Bu yılan daha sonradan firavunların egemenlik simgesi olmuştur. Annesi İsis parçalanan gözü yeniden tek parça haline getirir, ama o göz görmez. Horus, tek gözlü olarak yaşamaya devam eder. (Güneş ve ay tutulması, Horus’un gözünün parçalanması ile oluşur) Savaşı kazanan Horus, gözünü geri alır ve onu babasına armağan eder. Horus, Osiris’in ardılı olarak gösterilir. Bazı anlatılara göre Horus ile Seth arasındaki savaşta tanrı Tot, hakemlik eder ve savaşa son verir. Savaşta Seth yenik düşer. Osiris ölüler dünyasısın kralı iken savaşın sonunda Horus yaşamın kralı olur. Seth ise her türlü kötülüğün tanrısı olmaya devam eder.

Horus’un gözü, manevi anlamıyla, vicdanın gözünden hiçbir şeyin kaçmayacağını, insanın iç âlemindeki her niyetini ve yaşamdaki her davranışını gözden kaçırmayan bu merhametsiz yargıcın keskin bakışını sembolize eder. Bu vicdanın 24 saat kapanmadan açık kalan gözüdür. Bu yüzden Güneş ve Ay, Horus’un gözleri olarak ifade edilir. Çünkü Güneş ve Ay’ın her ikisi nöbetleşe, gece ve gündüz insanın üzerinden eksik olmaz, Horus’un 24 saat açık kalan gözleri gibi. (Bu nedenle Horus’un gözü güneşle temsil edilen Ra’nın gözü olarak da ifade edilir.) Bu, vicdanın karşıtı olan nefsaniyetin hiç işine gelmez; nefsaniyeti ve kötülüğü temsil eden Seth de bu yüzden bu gözü çıkarmaya çalışmıştır. Eski Mısır mitolojisine göre Horus, sonunda bu gözünü babası Osiris’e vermiş ya da Osiris’in kullanımına bırakmıştır.
Horus’un gözü, biçimsel anlamıyla, Tanrı’nın “bir”liğini (tekliğini) matematiksel olarak gösteren bir semboldür. Bu anlam şöyle açıklanır: Bir bütün ikiye bölündüğünde 1 / 2 elde edilir. Bu da ikiye bölündüğü takdirde 1 / 4 elde edilir. İşleme bu şekilde hep ikiye bölme ile devam edilirse sırasıyla, 1 / 8, 1 / 16, 1 / 32 ve 1 / 64 elde edilir. Bunların tümü toplandığında ise 63 / 64 bulunur. Buradan şu sonuç çıkar: Bir bütün, sürekli olarak ikiye bölünmeye devam edilirse, toplam değerde, sonsuzluk hariç, hiçbir zaman bire, birliğe ulaşılamaz; yalnızca Mutlak (Allah) bir’dir. Horus’un gözü “glifler” denilen parçalardan oluşur ki, bu altı parça, sırasıyla, 1 / 2, 1 / 4, 1 / 8, 1 / 16, 1 / 32, 1 / 64′ü ifade eder.
Geleneğe göre, Horus’un gözü Seth adlı tanrı tarafından parçalanmıştı. Bu parçaları Thot adlı tanrı (ibis kuşu ile temsil edilen tanrı) bir araya getirerek Horus’u yeniden göz sahibi etmişti. Bu gözün muhtelif kısımlarını temsil eden kesirlerin toplamı 63 / 64 etmektedir. Bu sebeple, Thot’un sihir yoluyla buradaki noksanı tamamladığı Kabul edilmekteydi.

Reçete kelimesinin asıl kaynağını Eski Mısır’da aramak gerekir. “Horus’un Gözü” ya da daha bilindik adıyla “Tanrı Ra” ve onu, temsil eden “Ra’nın gözü” sembolü reçete kelimesine kökenlik etmiştir. Horus’un gözünün basit bir şekli olan R harfi, Galen’den günümüze ilaç reçetelerinde (R ya da Rp) kullanılmaktadır. Tıp tahsilinin bir kısmını Mısır – İskenderiye’de tamamlayan Galenus, hastalarına etkili olabilmek için kullandığı bazı mistik semboller yanında Ra’nın Gözü Hiyeroglifinden de bir telkin aracı olarak faydalanmıştır. Galenus’u örnek alan hekimlerde aynı yolu takip ettiklerinden, bu sembol, zamanla esas kaynağından uzak diyarlarda ne anlamı olduğu bilinmeden, daha sade çizgilerle ifade edilmeye başlanmıştır. Temelde makyajıyla zaten R harfine benzeyen Horus’un gözü şekli, çizgilerin basitleşmesiyle tamamen R harfi şeklini almıştır. Bu sebepledir ki eczacılığın Ortaçağ’da ayrı bir dal olarak ortaya çıkışıyla R ‘ye yeni bir anlam uydurulmuştur. Bu dönemde tıp dili Latince olduğundan, hekimin eczacı tarafından hazırlanmasını istediği ilaçların terkibini yazdığı reçetelere “alınız” anlamına gelen “recip” kelimesinin ilk harfi olduğu ileri sürülmüştür. Daha sonra Fransızca’nın Avrupa’da tıp dili olarak kullanılması sırasında yine aynı anlama gelen recipez’nin iki harfi Rp kullanılır olmuştur.


Işıkları 10.7 milyar yıl öteden geldi

Keşfi yapan ekipte yer alan California Üniversitesi’nden Alice Shapley, “Evrenin ilk zamanlarına gittiğiniz zaman, çok tuhaf, simetriden uzak galaksilere rastlıyorsunuz... Eski galaksilerin birçoğu tren enkazına benziyor. BX442’yi gördüğümüz zaman ilk tepkimizi, ‘Neden bu kadar parlak ve güzel’ demek oldu” ifadesini kullandı.

Gök bilimciler, 13.8 milyar yaşındaki galaksinin bugün kendilerin özgü büyüklük ve şekillere sahip sayısız galaksiye sahip olduğun belirtiyor. Güneş Sistemi’nin içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisi gibi, galaksilerin birçoğu dönmekte olan bir diskte yer alan yıldız ve gaz kümelerinden oluşuyor. Bu galaksiler, spiral galaksiler olarak adlandırılıyor. Her türlü yönde hareket edebilen eliptik galaksiler ise dev kürelere benzeyen bir şekle sahip oluyor.

Spiral ve eliptik galaksilerin yanı sıra, yerçekimsel kuvvetlerin etkisiyle bir araya gelen ve belli bir şekle sahip olmayan dhaa küçük galaksiler de mevcut. Shapely, çok çeşitli ve çok sayıdaki bu galaksilerin, ilk zamanlarında Evren’i kapladıklarını söyledi.
“ORADA OLMASI İNANILMAZ”
Yılda yaklaşık 9,6 trilyon kilometre hızla ilerleyen BX442 adlı spiral galaksinin ışığı, bulunduğunu inanılmaz mesafeden 10.7 milyar yılda Dünya’ya ulaştı. BX442, Evren’in Büyük Patlama sonucu oluşmasından sadece 3 milyar yıl sonra ortaya çıktı.

Nature dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, BX4422’yi tespit etmek için, gök bilimciler Hubble Uzay Telskopu’nun Evren’in çok uzak köşelerinde bulunan 300 galaksiye ait fotoğraflarını inceledi. Shapely ve meslektaşları, BX442’yi ilk başta iki galaksinin üst süte gelmesinden dolayı ortaya çıkan bir ilüzyon zannetti.

Araştırmada yer alan Toronto Üniversitesi’nden David Law, “BX442’nin var olması bile inanılmaz... Evren’in erken zamanlarında çok belirgin bir şekle sahip spiral galaksilerin var olmadığını düşünüyorduk ancak BX442 çok iyi biçimlenmiş spiral kollara sahip” dedi.

Gök bilimciler, BX442’nin şeklini daha iyi inceleyebilmek için, ABD’nin Hawaii eyaletindeki W.M Keck Gözlemevi’ndeki OSIRIS spektografını kullandı. California Üniversitesi akademisyeni James Larkin tarafından inşa edilen spektograf, BX442 galaksisin bulunduğu uzaklıklardaki 3,600 bölgeyi incelemek için kullanılıyor. Elde edilen spektrumlar, gök bilimcilere BX442’nin gerçekten tek bir galaksi olduğunu gösterdi.

“EVREN SIKICI BİR HAL ALDI”
Shapely, “Evren’in ilk zamanlarında çok fazla kozmik etkileşim yaşandığı için çok nadir görülüyordı” dedi ve devam etti: “Evren’in gençliğinde galaksiler çok daha fazla çarpışıyordu... Gaz, uzayın boşluğuna akıyor, yıldızları ve kara delikleri besliyordu. Her iki kozmik cismin büyümesi daha hızlı yaşanıyordu. Bugün Evren çok daha sıkıcı bir yer.”

Gök bilimciler Shapely ve Law, BX442’nin erken oluşumunu sağlayan olayın, komşusu olan cüce bir galaksiyle etkileşime girmesi olarak düşünüyor. Her iki bilim insansı, BX442’nin düzensiz galaksiler ile spiral galaksilr arasında yaşanan etkileşimi daha iyi anlamaya yarayacak bir örnek olarak kabul ediyor.

Shapely, “Bu galaksilerin birbiriyle çarpışmaları ve karşılıklı etkileşimleri spiral tasarımın nasıl ortaya çıktığını daha iyi anlamamızı sağlayacak. Buna Samanyolu da dahil” dedi.

1 Nisan 2013 Pazartesi


500 YIL SONRA PİRİ REİS İN İZİNDE...

Piri Reis, ünlü dünya haritasını nasıl yaptı? 'Kristof Kolomb' ile görüşmüş müydü? Piri Reis hakkında uzun bir süreden beri araştırma yapan ve belgesel bir film hazırlayan Gülşah Çeliker ile Piri Reis ü
zerine konuştuk.

Neden Piri Reis?
Piri Reis de tıpkı Sabiha Gökçen gibi benim çocukluk önderimdi... Ben çocukken de coğrafyaya meraklıydım. İstanbul’da çok yağmur yağdığında, evlerimizin arka bahçesinde oluşan göl ve tepecikleri, Kızıl Deniz, Süveyş Kanalı diye adlandıran bir grup maceracı çocuktan biriydim ama babamın mesleği nedeniyle, etrafımda sürekli değişen coğrafyalar da kaderim olmuştu...

Tabii, Piri Reis özellikle, İngiltere’deki, lisansüstü eğitimimin ardından, staj yaptığımda, beraber çalıştığım; İngiliz yapımcı ve yönetmenlere, belgesel proje fikri olarak sunduğum tarihten beri aklımda. Piri Reis World Mapmaker, şimdi projemin ismi de, ‘Piri Reis Mapmaker of the World’ yani ‘Piri Reis Dünya Haritacısı’

Dünya’da Piri Reis üzerine hangi çalışmalar yapılmış?

Piri Reis’in haritasının keşfi, aslında oldukça yeni; Topkapı Sarayı’nın entlektüel kalıntıları arasında, 1929 yılında, arkeoloji ve müzeler müdürü Halil Eldem’in öncülüğünde, Ord. Prof. Paul Kahle tarafından, el yazmaları ve haritalar incelenirken bulunmuş. Akabinde harita, Alman profesör tarafından, Atatürk’e Çankaya’ya çıkarılıyor, hatta Afet İnan da orada, Atatürk hemen reprodüksiyonlarının yapılmasını ve araştırılmasını, daha sonra bir kitap hazırlamasını istiyor. Zira, 1931 yılında, haritayı, Hollanda Leiden’de yapılan, 18. Şarkiyatçılar Kongresi’nde, ilk defa dünyaya tanıtan Profesör Kahle, Piri Reis’in 1513 Dünya haritasını, Kristof Kolomb’un kayıp Amerika haritası Topkapı Sarayı’nda bulundu diyerek anons ediyor! Hollanda, İngiltere ve İtalya’da haber ve makaleler yayımlanıyor.

Paul Kahle’nin iki makalesinin ardından, son yıllarda yayımlanmış birçok yeni eserler var.

Piri Reis üzerine bilmediğimiz ilginç şeyler var mı? Bunlar nelerdir?

Bir kere Piri Reis’in en bilinmeyen özelliği tam bir koleksiyoner olduğudur. Tabii ki çok zeki, çalışkan ve meraklı bir insan, indiği karalardan lokal pazarlardan, savaşlardan ganimet olarak sürekli harita topluyor, her türlü yeni bilgi ve keşfin peşinde iz sürüyor. Eline geçirdiği haritaları, büyük bir titizlikle analiz ederek birleştiriyor. Gerçek bir bilim adamı gibi çalışıyor, yani tez, antitez, sentez yapıyor. Bu sebeple o muhteşem Kitab-ı Bahriye vücuda geliyor. Tüm Akdeniz’in büyük bir portolan kitabı; atlasıdır... Oradaki efsaneler, onun anlatımı ve yeni keşifler de haritaları ile bugüne ulaşmıştır.

Bir de hem Türkler hem de yabancılar trafından bilinmeyen nokta; Piri Reis ve Kristof Kolomb’un dönemdaş, meslektaş ve arkadaş olduklarına, bilgi alışverişi yaptıklarına dair bulgular. Bir de tabii hayatlarında kesiştikleri diğer bir nokta, İspanya’daki ortak bağlantıları ile Piri Reis’in İtalya’dan bir başka atlasçıdan ilham alması gibi yeni bilgiler. Bunların hepsi belgeselde; arşiv belgeleri ve özel röportajları ile yer alacak...

Piri Reis üzerine inşa edilen en büyük mit nedir?

Tabii ki, Piri Reis’in meşhur 1513 Dünya haritasının uzaylılar tarafından yapıldığı! Bu gerçekten hayal sınırlarını zorlayıcı ve onun bilim adamı kimliği, zeki, araştırmacı, çalışkan bir kartograf olarak meydana getirdiği, iki büyük Dünya haritası ve Akdeniz atlası ile Kitab-ı Bahriye için verdiği emekleri hor gören yersiz bir tahmin....

Piri Reis haritalarını tamamen kendi başına mı çizdi, eline geçen İtalyan vb. haritaları da kullanmış mı?

Elbette eline geçen çok farklı haritaları kullanarak kendi haritasını oluşturuyor. Hatta geçen ay, İstanbul’da, emekli İtalyan Amiral Paolo Bembo, ‘Piri Reis, Venedikliler: Haritacılık Bilgileri Doğu’dan mı geliyordu?’ konulu bir konferans verdi. Ayrıca İtalya’da görüştüğüm, Kolomb hakkında bir kitap yazan gazeteci ve yazar Ruggero Marino da kitabının bir bölümünü Piri Reis’e ayırmış. Özellikle 1513 Dünya haritasının, İtalyan kaynaklarına dayandırılarak pek çok Hıristiyan haritasının birleştirilmesiyle oluştuğunu savunuyor. Aynı fikri, Napoli Üniversitesi’nden Kolomb uzmanı Prof. Simonetta Conti de savunuyor. Ayrıca, Venedik, Ca Foscari Üniversitesi’nden Osmanlı tarihçisi Maria Pia Padani de Venedik haritalarını kullandığını söylüyor.

Piri Reis’in Kolomb haritasını kullanması nasıl gerçekleşiyor?

Piri Reis’in, Kolomb’un 1498 tarihli meşhur kayıp haritasını kullandığı doğrudur. Bu da 1501’de Piri Reis’in amcası ünlü deniz kaptanı Kemal Reis’in kumandasında, Valencia açıklarında, İspanyollara karşı yapılan büyük deniz savaşını kazanmalarının ardından, tecrübeli gemi kaptanlarından birinin esir alınması ile gerçekleşiyor. Rodrigo, Kristof Kolomb’un 2 ya da 3 Amerika seferinde de bulunan bir kaptan ve böylece Kolomb’un Amerika haritası da savaş ganimeti olarak, Osmanlıların eline geçiyor.

Haritalarla casusluk var mı? Harita çalma ya da getirme?

Evet var bence. Zira 15. ve 16. yüzyıla has bir durum olarak aynı zamanda ‘keşifler çağı’ ve deniz gücünün keşfedildiği bir dönem olarak göze çarpıyor... Böylece yeni keşfedilen yerler ile yeni ve zengin kaynaklar da kullanıma hatta sömürüye açık hale geliyor. Nitekim 17.yy.’dan sonrası, büyük imparatorluklar ve sömürgeler dönemi olarak tarihe geçiyor. Haritalar yüksek değerlerde satılıyor ve bazen gizlice el değiştiriyor. Şehirlerdeki lokal pazarlarda gizli haritalar satan kimseler olduğu biliniyor. Hatta deyim yerindeyse, bu haritalar, ‘pasaport’ niteliğinde çünkü ele geçiren kaptanlar ile ülke yeni ve bakir kaynakların kaşifi ve sahibi olabiliyor. Kesinlikle eski dönem casusluk maceralarının haritalar üzerinden döndüğünü söyleyebiliriz.

Piri Reis’i denizcilik ve bilim tarihinde nereye koyuyorsunuz?

Piri Reis, kesinlikle Türk denizcilik tarihinde ardında bıraktığı eserler, makale ve kitaplara konu olan dünya haritaları (1513-1528) ve 232 Akdeniz haritası içeren Kitab-ı Bahriye’si ile en üst sırada. Bilim tarihinde de ilk üç arasındadır; eğer hocalarım bana kızmazlarsa, günümüzde de geçerliliği olan bu değerli harita ve eserleri dolayısıyla hakkı birinciliktir.

Yeni adalar ve haritacılık tarzında yenilikler var mı?

Tabii ki Akdeniz’in bilinmeyen bazı adalarının da resmedildiğini görüyoruz. Kitab-ı Bahriye, 232 kıyı ve ada haritası ile çok kapsamlı bir Akdeniz portolandır. Haritacılık tarzında ise yeni geliştirilen Mercator tekniğini kullandığını söyleyebiliriz. 1513 haritasından ziyade 1528 haritasında. Amerikalı Prof. Svat Soucek, 1528 Dünya haritasını; 7 renk ayrımı, rüzgâr gülleri ve çerçevesindeki sanatsal ayrıntıları ile haritacılık başyapıtı olarak tanımlar. Döneminin kuşkusuz en güzel haritasıdır...

Piri Reis haritalarındaki limanları ve yolları takip ederek seyahat eden var mı?

Ege ve Akdeniz’de kısa mesafelerde birkaç denemenin yapıldığını tahmin ediyorum. Aslında, deniz tarihçisi Ahmet Güleryüz’ün fikir önderliğinde; Piri Reis’in izinde bir Akdeniz seyrü sefer ( kruvaze ) planımız var. Hatta geçen yaz sonunda yapmayı istedik, rotayı ve ziyaret edeceğimiz ülkeler ile adaları belirledik, 9 Eylül Üniversitesi’ne bağlı; Piri Reis araştırma gemisi ile yapmak için olumlu görüşmeler yaptık. Uluslararası bir çekim ve bilim ekibi için çalışmalar yaptık, ama bu sefer için ayrı bir sponsora ihtiyacımız olduğundan gerçekleştiremedik. 2013 yılı yaz başında; belgeselin karadaki prodüksiyonun bitiminin ardından denizlere açılacağız, tabi, bunun için hâlâ sponsora ihtiyacımız var...

Piri Reis’in idamı ile Osmanlı ne kaybetti?

Benim fikrime göre, Piri Reis’in Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile savunmasını bile vermeden idam edilmesi, Osmanlı İmparatorluğu için sanki parlak bir devrin kapanışı ve sessiz bir devrin başlangıçı olmuştur... Ondan sonra da bilim adına, coğrafya ve kartografya konusunda; bir yeni keşif, ya da buluş olmamıştır. Onun ardından bilimsel çalışmaların ve yeni keşiflerin önü tıkanmıştır. Avrupa’da kâşifler ve mucitlerle, yeni buluş ve icatların olduğu, bizimse onları ancak kopyaladığımız bir dönem başlamıştır. Osmanlı, belki de bilimsel geleceğine ket vurmuştur...



YÜRÜYEN TAŞLAR MUCİZESİ
Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya Eyaleti’nde Ölüm Vadisi adı verilen bir vadi bulunmaktadır. Bu vadide, son derece mucizevi bir olay gerçekleşir…
Ayakları, kolları, kasları ve hatta beyinleri dahi olmayan
taşlar kilometrelerce yürür!
Hem küçük hem de onlarca kilo ağırlığında olan taşlar, bazen kıvrımlı, bazen zig-zag ya da bazen düz çizgileri ardlarında bırakarak, vadi boyunca yürürler. Üstelik de tek bir yöne değil, farklı farklı yönlere…
Yürüyen taşlar, ilk kez keşfedildiklerinde bilim dünyasında çok büyük yankı uyandırmış ve bilim adamları bu esrarengiz durumu hemen araştırmaya başlamışlardır
Ancak, onlarca yıllık araştırmaya rağmen uzun yıllar hiçbir yanıt alamamışlardır. Ta ki, yakın bir zamana dek…
Vadide, hiçbir zaman yağmur yağmaması ve deprem olmaması diğer tüm ihtimalleri eledi. Ve kayaların yukarıya doğru da hareket edebilmeleri, bu olayın bölgedeki manyetik alanla da ilgili olmadığını doğruladı.
2010 yılı yazında, NASA’dan araştırmacılar, vadiyi incelemeye aldı. Düz araziye sensörler yerleştirdi. Bu sensörler ¾ inç ve 3 inçlik derinliklere gömüldü
Cihazlar Mart ayında, toprağın en üst katmanında dondurucu soğuk olduğunu; Nisan ayında ise, üç inç derinliğe kadar toprağın ıslak olduğunu gösterdi. Bu bilgilere dayanarak, ekip bir sonuca vardı.
Mart ayında, civar dağlara yağan karlar ince bir tabaka halinde vadiye akıyor, gece vakti taşların altına sular doluyor ve böylece de bir buz halkası meydana getiriyorlardı. Nisan ayında ise, vadiye ikinci defa ince bir su tabakası aktığında, taşın altında kalan buz halkaları adeta bir kayık görevini görerek taşların su üzerinde yüzmesini sağlıyordu.
Buz halkaları, cam kadar sert olduğundan, vadinin yüzeyinde izler bırakıyor, fakat daha sonra eriyerek yok olduğunda, geride sadece taşlar ve taşların yürüdüğü yollar kalıyordu.

31 Mart 2013 Pazar

Dünya’nın ilk kilisesinin bulunduğu, 2700 yıllık bir geçmişe sahip olan, hoşgörü ve medeniyetler şehrimiz Antakya aynı zamanda Türkiye’nin ilk camiini de barındırıyor.

Türkiye’nin ilk camii olma özelliğini taşıyan bu camii adını Hz.İsa tarafından Antakya’ya hak dinini yaymak için gönderilen havarilere ilk inanan kişi olup, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in geleceğini 600 yıl önceden söyleyip ona da iman eden Habib-i Neccar’dan alıyor.

Habib-i Neccar’ın adı hem Kuran’da hem İncil’de
geçmektedir. Cami içerisinde özel bir camekânda Hz. Muhammed (S.A.V.)’in sakalı şerifi de yer alıyor. Caminin adını aldığı Habib-i Neccar günümüzde Müslümanlar ve Hıristiyanlar tarafından rahmetle anılan önemli bir zattır. Hıristiyanlar onu ilk Hıristiyanlardan, Müslümanlar ise onu ilk Müslümanlardan saymaktadır. Habib-i Neccar marangoz olması sebebiyle Tahtacı Bektaşi – Aleviler de onu “Tahtacıların Piri“ olarak kabul ediyorlarmış.

İslamiyet’ten 600 yıl önce yaşamış bir zattan adını alan bu cami, 636 yılında Halife Hz. Ömer’in orduları tarafından yapılır ve kuruluş hikâyesi şu şekildedir; M.S 40 yılında Hz. İsa havarilerinden Yahya (Pavlus) ve Yunus’u (Yuhanna) Antakya’ya gönderir. Bu iki elçi Antakya’ya geldiklerinde koyunlarını otlatan marangoz Habib-i Neccar ile karşılaşırlar … Neccar onlara kim olduklarını ve nereden geldiklerini sorar. Havariler: ”Biz Hz. İsa’nın elçileriyiz. İnsanların putları terk edip Allah’a ibadet etmelerini hatırlatmak ve gelecek olan son peygamber Hz. Muhammed’i müjdelemek üzere geldik” derler. Neccar onlara iki yıldan beri hasta olan çocuğunu gösterir ve onu iyileştirmelerini ister… Elçiler Allah’a dua eder ve çocuk iyileşir. Bunun üzerine Habib-i Neccar, elçilerin davetini kabul etmiş ve müjdelenen son peygamber Hz. Muhammed’in geleceğini 600 sene önceden kabul ederek O’na iman etmiştir.

Havarilerin hak dinine davetini kabul etmeyen, puta tapan halk onları büyücülük yapmakla suçlar, eğer şehri terk etmezlerse onları öldüreceklerini söylerler. Havarilerin öldürüleceğini duyan Neccar dağdan koşarak gelir ve onlara inanmalarını söyler. Halk orada Havarileri ve Neccarı taşlayarak öldürür.(M.S 40)

Antakya M.S. 636 yılında Halife Hz.Ömer’in ordusu tarafından fethedilir. Burada son peygamber olarak H.Z Muhammed (S.A.V.)’e inanan Habib-i Neccar’ın ve Havarilerin mezarının olduğunu öğrenen Hz. Ömer’in komutanı Ebu Ubeyde Bin Cerrah fethin sembolü olarak bu mezarın yanına bir cami inşa eder ve camiye Habib-i Neccar’ın adını verir.

Cami, tarihinde iki defa Haçlılar tarafından fethedilip Kiliseye çevrilir ama en sonunda Selçuklular tarafından alınarak camii yapılır

II Abdulhamid Han'ın Cuma Selamlığı

Osmanlı İmparatorluğu'nun 34. Padişahı Sultan II Abdulhamid Han'ın Cuma Selamlığı

Osmanlıda Kuşevleri

OSMANLI; herkese hak, adalet, merhamet veren büyük bir devlet, medeniyet, ve İslam Hilafetiydi. Osmanlı, kuşlar için yaptığı yuvalara dahi öyle bir zerafet, güzellik, ve ilim katmış ki Osmanlı'nın kuşevleri bile bizim bugünkü evlerimizden bin kat azametli ve muhteşem..

PERU'DAKİ ESRARENGİZ İCA TAŞLARI


PERU'DAKİ ESRARENGİZ İCA TAŞLARI

Dünyadaki çözülmeyi bekleyen en büyük bilmecelerden biri, ica taşları olarak bilinen ,Colomb öncesine ait yaklaşık 15.000 adet üzerinde gravürler bulunan bir taş kütüphanesidir.Bu taşlar bir çöl ehri olan Peru’ daki İca şehri yakınlarındaki bir mağarada bulunmuşlardır.İca başkent Lima’ dan 300 km. Uzaklıkta bulunmaktadır.60’ lı yıllarda bir çiftçi Nasca çizgilerinden çok uzakta olmayan bir yerde bir mağarada taşlardan oluşan bir tepe bulduğunu açıklamıştı.Bazıları ise gömülü haldeydi.Çiftçiilk önce cebinde bir kaç taşla gelmişti.Ancak bir yığın taşla tekrar geri gelmesi pekde uzun sürmedi.Bir zaman taşları turistlere satarak iyi para kazandı.Artık çiftçiyi tanımayan yoktu.Kısa zamanda bir arkeolog ordusu bu mağaraya geldi.Bu arada taşlarla Peru hükümetide ilgilenmeye başladı.Ve Peru’nun yağmacılarla dolu ikinci bir Mısır olmasını istemediler.Çiftçiyle ne tür bir anlaşma yapıldığını kimse bilmiyor ancak, tutuklanmasından ve hapis cezası almasından sonra birden bire sattığı o taşların sahte olduğunu ve onları kendisinin yaptığını belirtti.Bu işi turistlerden para yürütmek için yaptığını ve işlerin buraya kadar varacağını tahmin edemediğini söyledi.1966 yılında Dr. Javier Cabrera, doğum gününde üzerinde çizimler bulunan küçük bir taş hediye aldı.Çizimler ona eski geldi,çünkü taşın üzerinde ilkel bir balık çizimi vardı.Dr. Cabrera çiftçinin en iyi müşterisi olmuştu bu arada. Daha sonra Dr. Cabrera çiftçiyle konuşmaya gitti ve çizimleri nasıl yaptığına ait bir çok soru sordu.Ve bir çok çelişkili cevap aldı.Adam çizimleri kendisinin yaptığını ısrarla söylüyor,ancak bunun ömür boyu hapiste tıkılı kalmaktan korktuğu için söylediği belliydi.Doktor çiftçiden birkaç bin adet taş satın almıştı.Ve bu taşlardan daha kaç tane olduğunu öğrenmek istiyordu.Sanki çiftçi her hafta daha çok taş yapıyordu.Cabrera çiftçi tarafından uyutulduğuna inanmaya başlamıştı.Yani çiftçi taşları kendisi yapıyordu.Çiftçi taşları nasıl imal ettiğini anlatmayı reddediyordu.Doktor bir hesap yaptı.Buna göre çiftçi hergün en az 1 taş hazırlarsa bütün taşları hazırlaması 40 yıl sürecekti.Bu imkansızdı.Dr. Cabrera taşların üzerindeki resimler hakkında cevaplara ulaşmak için hemen işe koyuldu. Taşlar bir çok değişik boyutlardaydı.Bazıları avuç içine sığacak kadar küçük, bazıları ise bir köpek kadar büyüktü.Taşlardaki çizimler kesintiye uğramadan çizilmişlerdi.Yani sanatçı elini kaldırmadan çizmişti.Gravürler taşın orjinal renginden daha açık renkteydiler.Fakat oyuklardaki renkler daha koyuydu.Buda gösteriyor ki taşlar uzun zaman önce kazınmışlardı.Taşlar andesit içermekle birlikte griden siyaha değişen renlerde volkanik özelliklerde gösteriyordu.Bunun yanında çok sert olan bu taş türünü ilkel aletlerle kazımak çok zordur.Almanya’daki bir labaratuar taşlardaki oyukları (kazınan yerleri) inceleyerek ,kazıma işleminin eski bir zamanda yapılmış olduğu sonucuna vardı.Ayrıca taşların bulunduğu bölgede milyonlarca yıl öncesine ait fosil ve kemik kalıntılarına rastlandı.


İbrahim Paşa'nın oğlu

Kanuni Sultan Süleyman Han'dan:

Kanuni, şehzadelerini muhteşem bir törenle sünnet ettirir. Kısa bir süre sonra da veziri İbrahim Paşa'nın oğlu sünnet olur. Törene Kanuni de davetlidir. Bir ara Kanuni, vezirine der ki:-"Söyle bakalım İbrahim Paşa. Senin tören mi daha muhteşem, benimki mi?"-"Elbette benimki sultanım"Kanuni şaşırır. Sebebini sorar. Vezir:-"Benim oğlanın düğününe koskoca cihan padişahı davetliydi ve geldi. Sizinkinde böyle bir davetli var mıydı?" der...

Turan Ordusu


AVRUPADA PANİK MANŞETLERİ ATILDI 

Yapılan açıklamalar bununla sınırlı kalırken, Avrupa'da bazı televizyon kanalları haberi son dakika ve flaş olarak duyurdu. Avrupa medyasına göre bu ordu TURAN Ordusu.Bazı gazetelerin attığı panik manşetlerinde ise daha farklı detaylara yer vereliyor. Gazetelerin haberlerine göre bu ordu, Türk devletlerini tehtit eden dış güçlere karşı orduların bütün imkanlarıyla birlik olup gerekirse silah gücüyle karşılık verecek. Diğer görevi ise müslüman ülkelerin can güvenliğini korumak olacak.Yine aynı haberlerde Turan ordusunun birçok alanda; gelişmiş silah üretimi, füze kalkanı, uzun mesafeli füze, savaş uçakları, savaş gemileri, helikopter ve insansız savaş uçakları üretimi içinde ekonomilerini ve bütün güçlerinibirleştiriceği yazılıyor..Sadece 4 devletin bünyesinde bulunan 2 milyon 800 binlik asker gücü sayısı başta İsrail olmak üzere birçok ülkeyi korkutmaya yetti..